Saturday 23 January 2010

Taraf olmak veya tepkili olmak....

Sevgili arkadaslar,

Simdi ikinci is yazimi beklerken boyle sacma sapan bir konuyla ilgili bir yazi yazmam sizi tabii ki gicik ediyordur biliyorum. Ama ne yapiyim, huyum suyum kurusun?!

Basliktan da anlasilacagi gibi yine bir karsilastirma ya da 'zitlastirma' yapmaya calisacagim, ama bunu yaparken surc-u lisan edersem affola... Baslayacak olursam ilk once bu iki kavrami tanimlamaya calisacagim. Ilk once tepkili olmaktan bahsedeyim. Mesela, lise ogrencilerinin tumu, manyak olanlar haric, OSS sisteminden nefret ediyorlardir, yanilmiyorsam. Peki bu nefretin sebebi ne? Iste gencligimizi yasayamiyoruz, test coz, coz, coz falan fisman... Sonra bu sisteme karsi nefretinizi dile getirirsiniz, iste bu tepkidir. Bu tepkinin sonucu olarak, kafanizda aptalca bile olsalar cozumler uretmeye baslarsiniz. Neymis efendim, OSS kaldirilsin, dersaneler kapatilsin gibi cozumler kafanizda belirmeye baslar ve iclerinden en 'mantiklisini' secersiniz. Bu mantik, sizin cevrenizden aldiginiz degerlerden ve sizin bilgi birikiminizden turemistir. Sonra bu cozum onerisini, ayni konu hakkinda dusunmus bir arkadasinizla paylasirsiniz. Ama dogal olarak arkadasinizin mantigi, kendisinden kaynakli bir sekilde farklidir ve sizin dusundugunuz cozum yolunu dusunmemistir. Sonra arkadasiniz ve siz karsilikli oturur konusursunuz ve cozum onerilerinizi carpistirirsiniz, iyi bir tartisma ortaminda. Ve dusunceler arasinda belirli farkliliklar sezmeye baslarsiniz ve bu sizi az da olsa rahatsiz eder ve farkli olan dusuncelerinizi savunmaya gecersiniz. Ayni seyi arkadasiniz da yapar, o da kendi dusuncelerini savunmaya gecer. Ayni ornekten harekte gecersek; mesela arkadasiniz dersanelerin kapatilmasini savunuyordur, siz ise OSS nin kaldirilmasindan yanasinizdir. Siz arkadasinizi, arkadasiniz sizi iknaya calisir. Sonra bu farklilik sizin tavriniza ve yaklasiminiza gore buyuyebilir de kuculebilir de... Iste bu taraf olmaktir.

Simdi bu kadar sacma tanimlamalardan sonra soruyorsunuzdur ki bu adam bunlari neden yazdi? Yazma sebebim kucuk bir tanim sinirlandirmasi... Cunku bu 'taraf ve tepkili olmak' durumlari, baska ornekler icinde degerlendirilseydi, baska bir noktaya varilabilirdi. Neyse, simdi bunun uzerine bu adam ne diyecek? Bu kadar tanimlama uzerine bir sey kurulmazsa anlamsiz kalir... Diyecegim sudur ki: Dusunebilen bir toplumuz, nasil dusundugumuz buradaki dusunme sisteminden ne kadar farkli olsa da... Bizi rahatsiz eden konular da yok degil. Bunlari cozmek icin gerek vatandas gerek politikacilar 'var gucleri' ile calisiyorlar (!). O zaman sorun nerede? Niye o kadar ugrasmamiza ragmen bu kadar sorun ureyip gidiyor, Turkiye'de? Cevap yine karisik ama bu noktada benim bir yorumum var: Biz, dusunuyoruz, tamam. Olanakli veya olanaksiz cozumler uretip, tepkimizi olusturuyoruz. Tepkimizi ortaya korkakca olsa da koyuyoruz. Iste sorun biraz buradan sonra basliyor. Norvecte, insanlar tepkilerini ortaya koyuyorlar, sonra ise olanakli cozum noktalari masaya yatiriliyor. Bu cozum noktalari kisiler tarafindan iyi bir sekilde tartisiliyor, tartisilan veya taraf olusturan detaylar uzmanlarina soruluyor, onlar uzerinde dusunuluyor ve olusturulan bu cozum yolu uygulanmaya baslaniyor. Bilindigi uzere uygulama bu cozum yolunu ya disliyor ya da mukemmellestiriyor. Ve ayrica insanlar burada ikna olmaya ve ikna etmeye hazir, hic kimse kendi fikrini digerinin uzerinde tutup, inatcilik etmiyor bu olacak cozum yolu diye... Biz de ise birileri sorunlari goruyor, sonra cozum yollarini belirtiyorlar. Bir bakiyorlar birbirleri ile uyumlu degiller, sonra basliyorlar kavga etmeye, benim fikrim seninkini dover diye. Uzlasmaya gidilmiyor, sonrasinda ise bir kutuplasma olusuyor, 'taraflar' arasinda. Ama her iki tarafta problem uzerinde hem fikir, iki tarafta bu problemi cozmek istiyor... Ornek mi istiyorsunuz yoksa inanmadiniz mi? Biraz Turkiye'deki 'yapici' muhalefet-iktidar iliskilerine bakin...


Neyse diyecegim sudur ki: 'Dusunmek taraf olmak.' degilmis, bir gazetenin dedigi gibi!... Dusunmek tepkili olmakmis...!


Iste boyle durum...


Norvecten bildirimlerim bu kadar... Emre Ergecen. Oslo, Norge...

Friday 22 January 2010

Norvecteki Calisma Hayati ve Bilimum Turkiyede Olmayanlar - 1

Simdi efenim,

Her zaman ki gibi 'glog'umu ihmal yazisi yazabilirdim ama oyle yapmayacagim... Direk giriyorum. AFS deneyiminin bir parcasi olan bu calisma haftasi bana ne acaip seyler katti anlatamam. Buradaki calisma hayatini gormeyi gectim, onun icinde bilhassa bi de ben yer aldim. Bi de bu calisma haftasinda insan lokal bir gazetede Norvecce yazi yazip onlari yayimlattigi icin biraz garip hissettim kendimi. Neyse ilk once bu is bulma zimbirtimdan bahsedeyim sizlere. Ilk once benim aileme bi tane mail gelmis, iste ogrencinizin Norvec calisma ortamini gormesi icin calisma haftasi duzenliyoruz, bi is bulun ogrencinize, orada diledigince kafasi surtulsun, falan fisman. Bu mail benim aileme gelir gelmez aile bana veriyor bu maili ve Emre, ne gibi bi is seversin ben bilmem ama bi is sev ve yap bu haftada diye kafamda dikiliyorlar. (Esasi boyle degil ama biraz daha kibar... Ailemin super oldugunu daha once de belirttim.) Ben de diyorum ki hmm ne yapsam ne yapsam... AFS'de bizim kreslerde ve kucuk bebe okullarinda calisabilecegimizi belirtmis. Tam bana gore ya... Kucuk ve sonsuz sayida cocuk... Dalga falan mi geciyor bu AFS der demez, alt taraftaki yaziya gozum ilisiyor ve orada diyor ki: 2-3 adamda lokal TV'de calismisti, bi bak... Neyse benim aklima buradaki lokal gazete geliyor: AMTA... Simdi burada 5 ay kalmissin, Norveccen ana dilin degil ne kadar iyi bilsen de, bi de gazetede caliscaksin... Oldu lan! Kim seni ise alir, alsa bile cayci falan yapar. Ama ben biraz aptal oldugum icin bunlari dusunemeden, ayaklarim Amta'ya dogru yola koyuldu ve ofisten iceriye adimlarini attilar. Iceriye biraz bakindim, kic kadar bi ofisti, icinde sadece bir adam oturuyordu: Gaute. Naber falan fisman diye norvecce giriyim dedim konusmaya, yemedi, hemen ingilizceye dondum. Durumu anlattim, bir hafta caliscam, Norvecce konusamam ama yazarim, fotograf da cekerim falan diye yalvardim adama ki adam dedi ki ben sorumlu degilim sorumlu adam burada degil, yarin gel.... Hadi... Kim ugrascak... Neyse sabah kalktim, okula falan git gel, sonra yine ayaklarim Amta'ya dogru yoneldi. Gittim amtaya gir iceriye bak falan, sonra Gaute'ye merhaba de ve sorumlu kisiyle konusma talep et... Sonra Gaute goturdu beni o kisinin odasina. Kisinin adi Erik... Yine ayni naiflikle konusmaya norvecce basladim, ama tikandim hali hazirda, ingilizce yine devreye girdi. Konus sohbet et, norvecce yazabilecegini ima et falan fisman. Adam dedi ki bi bakalim yarina kadar ben dusunuyum, sana yarin haber veriririm. Hadii.... Neyse sabahtan biraz okulu ekerek gittim ofislerine. Hemen Erik'in yanina damladim ve sordum: Ne dusundun? O da dedi ki: Tum gece seni dusundum (!).... Ve cevabim evet... (ve yanagima bi opucuk konduruverdi?!) Neyse ben de sevindim, ne yapabilecegimi konustuk, o da dedi ki fotograf cekebilirsin veya gazetede bir seyler yazabilirsin... Oha dedim noluo lan? Norveccemin cok iyi olmadigini bile bile bana is vermek her yigidin harci degil dimi? Neyse sonra annemi arayip Norveclilerin 'kreyzi' olduklarini soyledim ve bu blog burada biter... Bunun devami gelcek, kings of convenience blogu gibi 'inconvenient' olmayacak...

Ha Det Bra... Søttinger...

Norvec guzel ulke ya... Jeg er glad...

Sunday 20 December 2009

Nokta nokta nokta...

Simdi hicbir sey soylemeden, ciddi bir yazi yazmaya basliyorum. Bu anlatacagim herhangi eglenceli veya ilginc bir olayla ilgili degil. Buradaki artan farkindalik seviyemin bloguma az biraz yansimasi... Neyse ben lafi uzatmadan, can alici noktaya geceyim.

Bati, bati, bati dedik; sonrasinda ise medeniyet dedik, ozendik onlarin ilim irfanina. Daha dogrusu ozendirildik. Ingiliz emperyalizmi, bir milletin azmi ve bir onderin ileri goruslulugu ile yenilgiye ugratildi; dedik. Ki netekim dogruydu dediklerimiz. Gurur duyduk yaptiklarimizla, her yigidin harci degil, dedik; heralde de degildir, cok az sayidaki tufeklerle, toplarla, mermilerle ve en onemlisi inancimizla yendik dedik tek disi kalmis canavari. Yendik de.... Sonra milletimizin savasta azmini korukleyen adam cikageldi, daha onceden duymadigimiz bir seyler dedi; bilim, edebiyat, dil, kilik, kiyafet, medeniyet, mentalite... Dedikleri dogru muydu yanlis miydi, cok iyi bilemedik ama medeniyet diyordu, bati diyordu, batiyi bize guclu kilan, bizi de guclendirir dedik. Inandik yaptiklarina... Ama sadece inandik, anlayamadik ne yaptigini. Sonra o bir gun, her insanin kacinilmaz sonuna yenik dustu, ama demisti ki: Benim aciz vucudum elbet bir gun toprak olacaktir. Ama Turkiye Cumhuriyeti ilelebet yasayacaktir. Sonra mirasina sahip cikmaya calistik, yaptiklarini anlamadan taklit etmeye calistik; yaptiklarini ovduk ki ovulmeye degerdi ama sadece ovmekle kaldik, her yere heykellerini diktik ama bir tek kafamizda bir heykeli yoktu. Olmeden once bize alti tane ilke birakmisti, 'Ne yapin, ne edin bunlari anlayin ve koruyup kollayin' diye, biz tamam dedik ama anlamadik, gecmisimiz bugunumuze agir basti; yavas yavas kaybolmaya basladi orjinalleri bu ilkelerin, yerlerine farklilasmislari, somurulmusleri geldi. Peki neydi bu ilkeler? Devletcilikti biri, anladigimizi sandik, ama her seyi ozellestirdik. Sonra cumhuriyetcilik geldi, 29 ekimlerde kutladik, siirler okuduk, ovduk Ataturk'u, okullarda torenler yaptik, torenlerde ogrenciler sikilirken okullara kilitledik onlari... Ee sonra, cumhuriyetcilik derken, demokrasi derken, muhalefet olanlari susturmaya calistik, onlari Sivas'larda yaktik... Bir de milliyetcilik vardi... Ama bu oyle bir milliyetcilik degildi; tarihinizle, ilminizle gurur duyun demisti yine o bizlere... Biz ne yaptik? 'Ne mutlu Turkum diyene' sozunu her gun alti yasindaki cocuklara okuttuk, anlayamadik Turk'um demenin nasil mutlu ettigini. Biz de dedik ki, Turk olmak asil mutlu eden, gurur veren... Halbuki degildi, tarihimizin ihtisami, gorkemi, belki de tarihimizdeki hatalardan nasil dondugumuz veya donduruldugumuzdu; gurur vermesi gereken... Biz hayir dedik, Turk olmak asil gurur, mutluluk... Sonra birileri cikageldi, hayir, Turkluk degil gurur veren, baska bir seyler soylediler, mesela Turk olmadiklarini... Biz onlari yok saydik, milliyetciligimizi duvar yapip aramiza koyduk. Halbuki Ataturk, kimi disladigimizla degil, kimi icimize aldigimizla gurur duymamizi istemisti, Turk olarak tek bir kimlikti amaci. Biz Turklugumuzu yediremedik icimize, alt kimlik sorununa indirgedik. Bir de halkcilik vardi, herkes kanun onunde esitti ve oy kullanma hakkina esitti. Sonra zaman gecti, hukumetler gelip gecti, herkes yine esitti ama bazilari daha da esittiler. Herkesin oy kullanma hakki vardi. Ama biz karilarimizi zorladik, benim oy verdigim partiye oy ver diye... Bazilari ise, baklava caldiklari icin kucuk bir cocugu iceriye tikarken; bazi esitlikci insanlar ise hortumculari el ustunde tuttular, yemediler yedirdiler adeta... Sinif farkliliklari olustu yavas yavas... Ideolojiye gore, maddi duruma gore. Ulusalcilar, dinciler falan fisman... Yasa yapma hakki butun halkindi, yine zaman akip gitti, yasa yapma hakki sadece bir sinifa ait oldu... Bir de laiklik vardi ki sormayin... Din ve devlet islerinin birbirinden ayrilmasi diye tanimladik okullarda, sonra 'birileri' yine her zamanki gibi cikageldi ve dedi ki: 'Devlet dinsiz mi? Olur mu oyle sey!'... Sonra tanimi biraz daha kesinlestirdik... 'Devlet tum dinlere ve o dinlere inananlara esit uzaklikta' fikrini one surduk... Yine tutmadi... Laik devlet duzenini, dinsizlik gibi gorduk, dusman bildik yukardakine... Geriye tek bir ilke kaldi elimizde: Devrimcilik... Belki bu ilke en fazla ragbet goren ilkeydi ama nasil ragbet gordugunu siz benden daha iyi biliyorsunuz... Bu devrimcilik fikrini de biraz degistirdik, basina bir kelime daha gecirdik 'KARSI' diye... Yine devrimciydik ama Ataturk devrimlerine karsi devrimciydik.

Peki neden boyle oldu? Tam bir sey soylemek cok cok zor... Ben sadece basit bir seyleri fark ettim, bu Norvecte, esasinda tek bir sey fark ettim. Fark ettigim sey ise biz bu devrimleri kafamiza degil, kalbimize yazmisiz. Inanmakla yetiniyoruz sadece, sembollestirmisiz; bir bust ile, bir heykel ile taslastirmisiz onlari. Sadece her bayram geldiginde biraz tozunu aliyoruz, o kadar...

Bu batinin farki ne? Medeniyet, ilim, irfan pesinden kosan toplumlar diye betimliyoruz onlari... Ama onlarin bizim gibi ilkeleri yok, sinirlari cizilmis ilkeleri. Garip bir seyler var, bu insanlarin farki ne olabilir? Cevap basit, ve yine anlattiklarimin sigligi kadar sig. Onlar bu ilkeleri kalplerinde tasimiyorlar, akillarina yazmislar; bu fikirleri sembollestirdikleri bir bust de yok... Akillarina yazmislar, ana dilleri gibi biliyorlar. Hani nasil ana dilinizi konusurken, hic dusunmezsiniz sadece konusursunuz, fikirleriniz onun uzerine sekillenir, onun gibi... Bir de bize bakalim, Ataturk ilkeleri bizim icin bir ana dil degil, bizim dilimize cok yabanci bir dil sanki... Onu ogrenmeye calisiyoruz ama buyuk bir cogunlugumuz basaramiyor. Ogretim teknigi cok ilkel belki de... Sadece gramerini ogreniyoruz, sozcukler ortada yok, konusmaya kalktigimizda basaramiyoruz. Ama sozcuksuz gramer ne isimize yarar ki?

Yazacaklarim bu kadar... Amacim ne kimseyi incitmek, ne de kimseye karsi cephe almak... Amacim sadece fark ettiklerimi biraz satirik bir dille sizlere aktarmak... Benim gibi dusunmeyebilirsiniz, ona saygim sonsuz ama durum bana gore boyle dostlar...

Sizlere Norveclerden selam ederim... Surcu lisan ettiysek affola...

Monday 23 November 2009

Kings of Convenience konseri - 2

Hah blog nerede kalmistik?

Hah fikirden bahsetmistim en son? Fikir bu pankarti NT (national theatre)'de tutmakti. Sonra fikrimizi kagida doktuk Lasse ile. Bu sirada da mal mal geyikler donuyor ortada bi de. Adam sana tecavuz etcek, gobek deligi falan fisman Norvec geyikleri dondu ortada ama biraz garipti bunlarin soylenmesi acikca o heyecanin uzerine. Saat 4 gibi okuldan cikip, trikk'e atladik. NT'ye en yakin yerde inip yurumeye basladik NT'ye dogru. NT'ye geldigimizde Lasse metroya bindi, ben orada bi tane su selalesi gibi bisiy var oraya cikip beklemeye basladim, elime kagidi da aldim. Bekliyorum, tabii dogal olarak insanlar da garip garip bakiyolar. Neyse adam cika geldi. Hey naber adamim falan diye olay donerken (bu arada adam cok tatli bi adamdi... boyle dolandirici bi tipi yoktu yani) hadi sen parayi ver ben de bileti vereyim konusmalarina girildi. Adam bi basladi dirdira, ben mal gibi kaldim acikcasi, daha dogrusu kuskulanmaya basladim. Adam dedi ki: Benim elimdeki bilet bilgisayar ciktisi. Ben bunu istesem cogaltip baska birilerine satabilirdim ama yapmadim. falan fisman gibicesine tripler. Ne demisler yarasi olan gocunur. Neyse aldim bileti denemeye deger diye. Bu arada adam benden biletin ayni parasini aldi, kar elde etme amaci yoktu. Bu biraz kuskumu dindirdi. Bi de dusundum ki adamdan ben 2 bilet istemistim ama adam bana 1 biletinin kaldigini soylemisti. Dolandirsa beni iki tane satardi dedim. Sonra tabi oldum 'Ooooh'!!!

Neyse bileti aldim, Anina'yi arayip kendisi icin uzgun oldugumu, kendisine bilet bulamadigimi soyledim, o da cok bisiy demedi. Acikcasi onun amaci bana eslik etmekti, konserle cok alakasi oldugunu sanmiyorum. Konser alanina dogru gittim. Kisa bir yoldu, hatta yolda giderken bedava gazete satan bi yer gordum, gazete almaya kalktim, dagitan adam bana gazete kampanyalarindan bahsetmeye basladi, mal gibi kalip yoluma devam ettim. Konser alanina vardigimda saat 5 ti ki kapilar 8 de aciliyordu. 3 saat boslugum vardi.

Elisabeth'i aradim. Kolombiya'dan cok cok tatli bir insan, KOC biletlerini aldiginda beni aramisti beraber gidelim mi diye sormak icin ben de olur demistim. Elisabeth'i aradim, dedi ki arkadasimla opera binasindayim en kisa zamanda gelecegim dedi. Aramamdan 1 saat sonra geldi bi arkadasiyla beraber. O arkadasinin adi da Helena, o da Elisabeth gibi iyi biriydi. Onlarla deli de luca ya gidip sicak cukulata ictik, mutlu olduk. Sonra biletlerden, yasadigim olaydan bahsettik. Ve o sirada kafama bi 'bok' daha takildi. Biletin uzerinde isim yaziyordu ve giriste kimlik kontrolu vardi (+18 olayi). Isimler uyusmazsa almazlar diye dusundum ve icime yeni bi kaygi dustu. Elisabeth ve arkadasi bir sey olmayacagini soylediler, ben de onlara inanmayi tercih ettim.

Deli de lucada cukulatalarimizi ictikten sonra disariya ciktik. 1 saat boslugumuz vardi gecirmemiz gereken. Biz de sokak kenarina comduk. Onlar sigaralarini yaktilar ben de koyu bi sohbet baslattim, aileler, dil, arkadaslar uzerine. Baya bi muhabbet ettik. Cok bi ozelligi olmadigi icin bisiy yazmiyorum, basit bilgi degisimleri acikcasi. Kapilarin acilmasina 15 dkka kala kapinin etrafinda insanlar belirmeye basladi, biz de o beliren insan grubuna katildik.

Beklemeye basladik. Biz biletlerimize, biletler bize bakarken, kapinin oralarda beklesen iki tane hos guzel insan gordum. Gittim yanlarina merhaba dedim. Simdi diyceksiniz ki OHA! Ama demeyin cunku bu iki insani okuldan zaten taniyordum. Merhaba aa naber muhabbeti gecerken, aa sen 18+ misin muhabbetine girildi, e heralde dedim. (Ben 2. siniftayim onlar 3. sinifta esasinda benim 3. sinifta olmam lazim ama olmuyor iste) Bu grubu nereden tanidigimi sordular, ben Turkiye'den tanidigimi soyledim, sasirdilar, bu kadar populer olamaz dediler ben de degiller dedim. Sonra yasadigim heyecanlardan bahsettim, oo oldular. Sonra konusma biraz mala baglamaya basladi ki ben hemen aa gitmem lazim deyip o kesimden ayrilip elisabethlerin yanina dondum. Kapilarin acilmasina 10 dkka var.

Elisabethlerin yanina dondugumde iki tane norvecli 'kiz' duruyordu. Soguk insanlara benziyorlardi biraz ama degilmisler anladim... Ya bu kizlari aklinizda tutun (ikisini birden aklinizda tutmaniza gerek yok, birini tutsaniz yeter), ileri de adi gecebilir, derken zil calar ve ben giderim.

Heyecanlanin biraz....

Norvec guzel ulke ya... Jeg er glad...

Kings of Convenience konseri - 1

Sevgili blog,

Simdi yazacaklarimi bi daha yasamam ve anlatmam imkansiz gibi gorunuyor, o yuzden dikkatli dinleyin...

Simdi benim cok sevdigim bi grup var, adi da kings of convenience... Ve bu grup norvecli ama ben bu grubu buraya gelmeden once de biliyordum ama onemli olan bu degil. Onemli olan bu grubu ne kadar sevdigimdir. Cok acikcasi.

Konserden 1 ay once falan gibi bi zamanlarda bu grubun Oslo'ya gelecegini local contact'im Anina'dan duymustum. Duydugum gibi de sevinmistim ve o siralar Anina'nin dogumgunuydu. Ailecek bi kutlama yaptiklari zaman ben de onlarda kaliyordum. Iste guzel bi kahvalti hazirlandi Anina uyurken. Uzerine mumlar dikildi, hediyeler hazirlandi falan. Anina uyandirildi, hediyeler verildi. Sonra sonra sonra babasinin agzindan bi cumle cikti: Dogumgunu hediyesi olarak size bu konserin biletlerini alacagim. Ooh tamam dedim. Para vermeye de gerek kalmadi, ugrasmaya da. (Sen oyle san Emre...)

Konsere 1 hafta kala biletlerin durumunu sormak icin Anina'ya ve babasina telefon mesaji attim. 3 gun cevap gelmedi. Biraz kuskulandim dogrusu acaba bileti aldi mi almadi mi diye. Koca adamdir, alcam dediyse almistir dedim, biraz daha bekledim. Sonraki gun Anina'dan ve babasindan mesaj geldi. Biletler alinmamisti. Sictim dedim. Bu release konseriydi, bi daha Oslo'ya gelseler bile bu konser kadar iyi olamazdi. Hemen bilgisayara kostum. www.billettservice.no'ya girdim, bilet kalmis mi diye baktim. Bilet var gibi duruyordu ama az kaldigi belirtilmisti. Ama heralde guncel bi site degildi, bilet bulamadim. Cok cok cok uzuldum, hayal kirikligina ugradim, Anina'ya ve babasina sovdum. Cikis yolu yoktu, bu site bilet satilan tek siteydi.

Hayal kirikliklarimi kafamdan attiktan sonra garip cozum yollari aradim. Tam da ararken aklima Baris Boyraz beyin taktikleri geldi. Bilindigi uzere, Mr. Boyraz Tori konserini kacirdiktan sonra Tori'ye bi sekilde ulasmis, onla muhabbet etmis, sonra da konserine bi sonraki gun 'davet edilmisti'. Tori tarafindan tabii ki. Ben de basladim grup uyelerinin telefon numaralarini aramaya. www.gulesider.no (sari sayfalar turkcesi) ne yazdim adlarini. Iki uyenin de telefonu cikti ama sadece ev telefonlari. Sonradan gordum ki 'Eirik Glambek Bøe' nin cep telefonu da orada duruyormus. Allah dedim. Hemen telefona sarildim. 3 kez aradim, cevap yok, acan yok. Ben de mesaj biraktim. Cok buyuk hayraninim, konserine gelmem lazim, Turkum, dogruyum, degisim ogrencisiyim diye. Ama Allah razi olsun bi cevap gelmedi. Ama umudumu yitirmedim.

Konser gunu geldi catti, ben adamdan hala cevap bekliyorum. Cuma gunu oldugundan dolayi konser, oncesinde okula gittim. Ilk ders de Tarih ve Felsefeydi. Lasse'nin yanina oturdum, bilet aradigimi falan soyledim. Haa bi dakka, ben konserden onceki gun, eger grup uyelerini gorebilirsem diye, konser salonuna gidip beklemistim. Ama bi bok olmamisti. Neyse Lasse'nin yanina oturdum, soyledim durumlari. O da dedi ki: Bilet ariyorsan, www.finn.no ya gir orada kesin biri satiyordur dedi. Norvecin 2. el portaliymis falan fisman. Ben de girdim hemen. Bi kiz satiyordu bilet. Oo nasi mutlu oldum, kiza hemen bi mail attim, daha dogrusu Lasse norvecce bi mail atti sagolsun. Sonra bekleme sureci basladi. 10 dakikada bir gelip gidip bilgisayari kontrol ettim 2 saat boyunca cit yok. Neyse hukuk dersi saati geldi catti. Hic bi bok anlamadigimdan dolayi ve dersin islendigi ortamda bilgisayarlar bulundugundan dolayi, hemen bi daha bakiyim dedim. Bi baktim ki www.finn.no'ya adamin biri daha satisa cikarmis biletleri. Hem de iki tane. Oo nasi mutlu oldum, dersten cikinca adami hemen aradim. Sacma salak cumleler sarf ettikten sonra adama (mesela bu konsere gitmem lazim, yoksa olucem falan gibisinden) adam dedi ki sakin ol, ben bi tane bileti sattim, elimde bi tane kaldi dedi. Hemen bagirdim adama bu bilet satilmiycak sonra pipini keserim diye. Bu arada da Anina yi sikledigim yoktu, kendimi dusunuyordum sadece. Adama bulusma saatini ve yerini belirttim: 16.30 National Theatret...

Bundan sonraki ders saatleri gecmek bilmedi ve cok sikiciydi. Ama gecti sonucta. Okul ucte bittiginden dolayi kutuphanede Lasse ve baska arkadaslarla bekledik ama o sirada kafama bi sorun oturdu: Adam beni nasi taniyacakti. O sirada Lasse'nin aklina bi fikir geldi: Bi kagit hazirladim. Kocaman harflerle KINGS OF CONVENIENCE yazdim. Altina da biraz kucuk harflerle 'Jeg venter på billett' yazdim (Turkcesi bilet bekliyorum). Fikir bunu kalabalik bi mekan olan NT'de tutmakti.

Ve biraz bekleyin zil caldi. Ikincisi de geliyo. Hem daha da heyecanli.

Norvec guzel ulke ya... Jeg er glad...

Tuesday 15 September 2009

Ihmal yine...

Sevgili blog,

Yine seni ihmal ettim biliyorum... Cok cok cok uzgunum ama yazmak inanilmaz zaman aliyor anla beni... Nasilsiniz millet? Beni soracak olursaniz ben mukemmelim valla. Sikici bir okul gununden sonra salsa zamanini beklerken bu blogu sizlere yaziyorum.

Ne yazsam ne yazsam... Kararimi verdim. Sizlere yanlis bi' aliskanligimdan ve burada o aliskanligimdan kurtulmayla ilgili ne kadar gelisme kaydettigimi anlatacagim. Merak ettiniz dimi o aliskanligimi... Birazcik sir olarak kalsin yazimin geri kalaninda anlarsiniz :) ... 2 gun once, Anine'nin dogumgununden bir gun once, benim ailem Ingiltere'de tatildeyken, local contact family'm le yemege ciktik. Guzel manzarasi olan bir restorandi, guzel bi' mekana benziyordu. Disariya oturduk. Anine, Håkon ve ben... Sonra Håkon bi' kac tane arkadasini gordu mekanda. Yok yok bi dakika, size fiyatlardan bahsedeyim. Ben bi' hamburger siparis ettim (ucuz oldugundan oturu, ucuz olan seyin fiyati da 30 ytl!) onlar da tavuk siparis ettiler onun fiyatini telaffuz bile etmek istemiyorum. Neyse Håkon'un arkadaslarindan birisi geldi yanimiza, birasi ile oturdu masamiza. Sonra onun kizi da masamiza geldi, bir sandalyeye dayanarak bi' kac kelime norvecce konustu, biraz anlamama ragmen cevap veremedim uygun bir dille. Bu kiz masamiza geldiginde garip bi' sekilde ilgimi cekti, ama hemen umitlenmeyin, guzelligi ile degil, garipligi ve giyimiyle... Saclari siyaha ozensiz bir sekilde boyanmisti, neredeyse transparant siyah bi' bluz giyiyordu. Altinda pantalonumsu bir etek vardi ben ne oldugunu anlayamadim dogrusu... Kilolu bir insandi. Yuzunde abarti bir makyaj vardi, dudaklari kan kirmizisi, gozlerinin etrafi makyajdan komur karasi idi. Masamiza oturduktan sonra acaip acaip yuksek sesle bir seyler soyledi, soyledikleri komikti ki Anine guldu. Bu arada kizin adi Uda'imis. Cok cok ilginc geldi bana, basit bir 'emo' insani ve salak birisi gibi gorundu acikcasi.

Bu yemek seremonisi bittikten sonra Anine ile ben bu sefer 'Garage fest' denilen bir partiye aktik. Cok buyuk capli bir sey degildi ama yine de baya adamla tanistim. Anine'nin tum dostlariyla ve onun da tanimadigi baya bi' insanla tanistim. Bu arada bu parti insanlarinin arasinda Uda da vardi ve cok iyi bir sekilde egleniyordu. Bu festival bir 'rockfest'idi, cikan gruplar cok aptaldi ama sondan bir once cikan grup cok cok iyiydi, en azindan muzige inanan insanlardi. Son grubu beklerken baya bi' konusma ortami olustu, sohbet muhabbet falan fisman. Son grup sahneye cikinca yeniden sahne kenarina donduk ve grubu dinlemeye basladik... Ama berbatlardi ve ustune ustluk bunlar Ingiltereden konser vermeye gelmisler.. Puff kim bunlari cagirmissa bok etmis... Bu arada bizim disimizdaki herkes kulak tikaclariyla duruyorlardi, zaten ben bunu fark ettikten sonra hemen kendimi disariya attim, sonra Anine ve 2 arkadasi da benim arkamdan geldiler... Sonrasinda Anine'nin arkadasinin evine gittik. Orada sohbet muhabbet yine ve birazcik da icki. Norvecte herkes partiye kendi ickisini getiriyor, icki cok pahali bi' meret burada. Biraz cakirkeyf olduktan sonra bir de saate baktik, saat 2. Neyse kalktik masadan Anine ile, Uda da oradaydi o da pesimizden geldi.

Sonra Uda ile konusmaya basladim. Cok fazla muhabbetim olmamisti acikcasi ondan once. Otobus duragina dogru yururken bazi seylerden konu acildi, mesela politika, mesela Turkler falan fisman... Cok iyi ingilizce konusuyordu. Ve konustugu konular ve savundugu fikirler inanilmazdi, ve onlari savunus bicmi nefes kesiyordu. Ve benim uzerimde ustunlugunu kurdu, konustugu konular hakkinda bazen hicbir bilgim bile olmuyordu. Super bi' sekilde etkilendim dogrusu, ve bunlardan bahsederken takindigi tavir inanilmaz mukemmeldi. Turkiye'de 321231 sene siyaset bilimi okumus profesore basar gibime geliyor... Ve Anine'ya sordugumda derslerinde de cok basarili oldugunu ogreniyorum....

Sonuc olarak, buradaki insanlarin cok farkli tarzlari var. Birisi metal dinliyor, birisi pembe pembe daracik pantalonlar giyiyor, birisi bikiniyle okula geliyor. Ama tek bir ortak noktalari var: Hepsi dolu insanlar, eglenmeye geldiginde is mukemmel bi' sekilde egleniyorlar ama is ciddiye binince hepsi ciddilesiyor. En ciddi tavirlarini takiniyorlar, eger ciddiyetlerini bozmaya kalkarsaniz ciddi bir duvarla karsilasiyorsunuz. Ve tarzlari ne olursa olsun, hepsi belirli bi' konu hakkinda fikir sahibi ve onu her sartta savunmaya hazirlar.

Ve ben de ogrendim ki... Kimseyi dis gorunusune gore degerlendirmemek gerek. Turkiye de cok yapiyordum bu aliskanligi ama artik yapmamaya karar verdim. Turkiye de bazen tutarli olsa da burada hicbir zaman tutarli olmuyor... Artik dis gorunus benim icin cok bi' sey ifade etmiyor, igrenclesmeme kosulu ile :)

Norvec guzel ulke ya... Jeg er glad igjen...

Thursday 10 September 2009

Istiklal Marsi....

Sevgili 'gunluk',

Blog, blog, blog... Bugun neler yaptim biliyor musun? Istiklal Marsi'ni bi' kac sinif arkadasimla beraber sinifa sundum. Guzel bi' sunum oldu acikcasi ve Norvecli insanlarin nasi' calistiklarini ve neleri ciddiye aldiklarini gozlemleme firsatim oldu bu sirada...

Simdi 1 hafta once Norvecce dersi ogretmeni sinifi 4 kisilik gruplara ayirdi ve herbirine milli marslarla ilgili bir konu verdi. Ornegin bir grup Norvec milli marsini konu edinirken, diger grup Avrupa birliginin ortak bir marsi olup olmamasi gerektigini konu edinmisti. Bizim konumuzda 'Turkish national anthem'iydi. Neyse grubumdaki insanlar hemen calismaya konuldular kutuphanede. Ben sasirdim, biraz yavas olun daha bir hafta var falan demek istedim ama demedim tabii ki. Konuyla ilgili ingilizce bilgileri wikipedia yardimiyla hemen buldular, konunun anahatlarini cikardilar, ve konuyla ilgili alt basliklari esit bir sekilde herkese dagittilar. Bana Istiklal Marsi'nin anlami dustu. Bu alt basliklari dagitma seremonisi bittikten sonra, hemen kendi konularina yoneldiler. Internetteki bilgiler cok detayli olmadigi icin cogunlukla bilgi kaynagi olarak beni kullandilar. Gereken bilgileri kucuk notlar seklinde yazdilar ve hazirlayacaklari metini nasil hazirlamalari gerektiklerini tartistilar ve bu sirada da ben oyle boyle Facebook'tur falandir filandir dolasiyordum internette. Neyse okul bitti, onlar isin cogunu bitirmislerdi ben de hala tik yoktu. 2 gun sonra yanima geldiler, hazirladin mi metnini diye. Ben hele bi' dur pozisyonunda yalandan bir 'Evet' dedim ama 'yanimda degil'... Onlarda sunum icin bir prova yapmamiz gerektigini soylediler. Ben yine kaldim, ne kafamda bir fikir ne yazili bi' metnim vardi. Neyse onlar provalarini yaptilar, ben de dogaclama bi' seyler soyledim. Sunuma bi' gun kala metnimi hazirladim, calistim falan filan ama son gun yine :)

Sira geldi sunuma. Cok da zor olmadi, konular iyi bolusturulmustu, herkes kendi sirasi geldiginde konusuyordu, ama Norvecce. Ben elimden geldigince takip etmeye calistim grup arkadaslarimi. 1. arkadasim, Ingvild, konusmasini bitirince, ben hemen bilgisayardan Istiklal Marsi'ni caldim ama ses biraz yuksekti ve siniftaki insanlar bizim marsimizi biraz garipsediler, normal karsiladim tabii ki... Mars bittikten sonra sira bana geldi, ben hemen dili norvecceden ingilizceye cevirdim dogal olarak, cunku istiklal marsini anlatacak kadar norveccem yoktu. Neyse kendi metnimi anlattim, ama baya heyecanlanmistim, ilk defa yabanci bi' ulkede boyle bi' sunum yapiyordum haliyle. Ama yine de basariliydi, dilim surctu arada tabii ki.

Iste simdi de ogle tatilindeyim. Bunu vakit kaybetmeden size aktarmak istedim, cunku erteleyince kafamdaki her sey siliniyor sadece anahatlar kaliyor...

Norvec guzel ulke ya.... Jeg er glad...